İnsan, doğanın bir parçası olarak nesnel bir varlığa sahiptir. İnsanın iç durumunun da bir nesnelliği vardır. Ancak biz, iç durumumuza dair öznel bir fikre de sahibizdir. Bu fikrimize göre kararlar alıp uygular ve kendimizi yeni durumlara sokarız. Girdiğimiz yeni durumların bize göre olduğuna ve kendi özelliklerimize uygun kararlar aldığımıza inanırız. Kendimize dair fikirlerimizi doğru kabul edip onlara göre davranmaktan başka bir çaremiz olmadığı için de bu fikirlerimizi çoğu kez sorgulamaz ve değiştirmeyiz. Böylece, uzun süreler benzer önermelerin yönetimi altında hareket eder ve kendimize benzer davranışları dayatırız. Ancak, doğal olarak öznel fikirlerimiz her zaman nesnel durumumuza tekabül etmez ve bu da gelecekteki davranışlarımızla durumumuz arasında bir uyumsuzluğa, dolayısıyla da mutsuzluğa neden olur. İnsan kafasında kendine dair oluşturduğu imgeden ne kadar farklıysa, yani bu imge ne kadar yanlışsa, kendine o kadar yabancılaşmıştır. Kendini sandığı şeyle gerçekten olduğu şey arasındaki fark sürekli nesnel düzlemde açığa çıkar ve bu da kişiye yanlış kararlar ve yanlış davranışlar olarak yansır. Kişi, bu durumdaki uyumsuzluğu sadece sezebilir. Mutsuzdur ama niye mutsuz olduğunu analiz edemez. Mutsuz oldukça, kendine dair kurduğu imgeye sarılır ve onu sorgulamaktan o kadar kaçınır. Böylece bir kısırdöngü içinde yaşamaya başlar. Bundan kurtulmanın yolu kendimize dair fikirlerimizi sorgulamaktan kaçınmamak ve esnek bir kişilik imgesi oluşturmayı başarabilmektir. Yarattığımız imgenin sanılara mı gerçeklere mi dayandığını sorgulamalı ve onu mümkün olduğunda gerçeklere dayandırmaya çalışılmalıdır. Böylece yabancılaşmama ve kendi olma sağlanıp mutluluğa ulaşılabilse gerektir.
29 Mart 2008 Cumartesi
Öyle Bir Yazı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)